Geçen sayımızda “Cumhuriyet’in Zor Yılları başlığıyla” büyük önder Atatürk’ün ölümünden sonraki süreçte ikinci dünya savaşıyla beraber gelişen ve değişen dünyadaki siyasi gelişmeleri konu etmiştim. Bu sayıda 1945 sonrası İnönü, dönemi ve çok partiye geçiş sürecinde yaşananları mercek altına almaya çalıştım.
Türkiye’nin çok partili hayata geçişi 1924 Anayasasıyla mümkün hale gelmişti. Atatürk döneminde bununla ilgili iki başarısız deneme yapıldı. İlki Atatürk’e siyaseten muhalif eski askerler tarafından 17 Kasım1924’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (Partisi), ikincisi 12 Ağustos 1930’da kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkasıdır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF) Cumhuriyet’in ilanının erken olduğunu, hilafet makamının kaldırılmaması gerektiğini iddia eden ve ekonomide liberal akımı benimseyen, içlerinde kurtuluş savaşının önemli komutanlarından Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy gibi isimlerin bulunduğu bir partiydi. Bu partinin Kuruluşunun hemen arkasından Şubat 1925’te Şeyh Sait İsyanı başladı ve güçlükle bastırıldı. O günlerde Musul için İngiltere ile çekişme halinde olan Türkiye’nin ayaklanma dolayısıyla birçok yönden zor durumda kalmış olması ve isyanın irticai yönünün kuvvetle muhtemel olduğu anlaşılınca meşhur Takrir-i Sükûn (Huzurun Sağlanması) Yasası çıkarıldı. Bu bir sıkıyönetim yasasıydı. İstiklal Mahkemeleri kuruldu. İstiklâl Mahkemesi görev alanı içindeki Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının şubelerini kapattı. Ankara İstiklal Mahkemesi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının irticai çalışmalarda bulunduğunu hükümete iletti ve parti kapatıldı.
İKİNCİ DENEME
İkinci deneme tamamen Atatürk’ün isteğiyle yapıldı. 1929’da Afet İnan’ın yardımıyla yazdığı Medeni Bilgiler kitabının bölümlerden biri demokrasiyle ilgilidir. Atatürk’e göre “demokrasi en iyi düzendir ve yükselen bir deniz gibi ortalığı kaplayacaktır. Cumhuriyet, demokrasinin en yetkin biçimidir ve yine demokratik bir düzen olan meşrutiyetten üstündür” Atatürk, koşulların elverişsizliğine rağmen, 1930 yılında bu düşüncesini uygulamaya koydu. Çok partili bir düzen kurulacaktı. Kurulacak parti devrimlere muhalif olamayan kişilerden oluşmalıydı. Bu nedenle o sırada Paris’te Türkiye Büyükelçisi olan arkadaşı Fethi Bey’i (Okyar) görevlendirdi. Fethi Bey’e güven vermek için, bir bölüm CHP milletvekilinin ve kız kardeşi Makbule’nin yeni fırkaya girmesini istedi. Adı “SERBEST CUMHURİYET FIRKASI” olan parti 12 Ağustos 1930’da kuruldu. Ancak o dönem 1929’da dünyadaki ekonomik çöküş Türkiye’yi de etkilemişti. Bunalımdan etkilenenler ve karşı devrimciler büyük bir heyecanla fırkanın bayrağı altında toplandılar. Fethi Bey’in devrimlerden yana açıklamaları para etmiyordu. İzmir’e yaptığı ziyaret, kanlı olaylarla biten gösterilere vesile oldu. CHF yöneticileri olan bitenlerden ürkmüşlerdi. Bu gidişin nerelere varabileceğini kestiren Fethi Bey ve arkadaşları, 17 Kasım 1930’da fırkayı kapattılar. Artık Türkiye, 22 Eylül 1945 yılına kadar tek parti iktidarı tarafından yönetilecekti.
YENİDEN ÇOK PARTİLİ REJİME DOĞRU
İkinci dünya savaşının 1945’de sona ermesinden itibaren dünya iki kutuplu ve soğuk savaş dediğimiz döneme girdi. Savaş bitmişti fakat Türkiye’deki endişe devam ediyordu. Savaştan hemen sonra Stalin’in tekrar Türkiye’den Kars ve Ardahan’ı talep edip, boğazlarda üs isteyerek ortak yönetim teklif etmesi, savaşa girmeyen bu yüzden batı bloku ve ABD’yle ilişkileri de pek sıcak olmayan Türkiye’yi adeta ortada bırakmıştı. Gerçi 23 Şubat 1945’te Almanya’ya savaş ilan etmiştik ama bunun pratikte hükmü yoktu. Türkiye uluslararası alanda bir yalnızlık dönemi geçiriyordu. Dünyanın kapitalist ve komünist sistemler olarak iki ayrı kutupta karşıtlaşması ülkelerde sistem mücadelelerini de beraberinde getirdi. Komünistler ve Kapitalistler. Türkiye’de de aynen böyle oldu. Rusya’nın Türkiye üzerindeki Çarlık hevesleri Komünizme karşı fikir akımlarının güçlenmesine sebep oldu. Soğuk savaş dönemine girilmişti. Herkes safını belli etmeliydi. Türkiye batı blokundan yana tercihini koydu. ABD Rusya’ya karşı Türkiye’nin yanında olacağını belli etti. Başka Truman, Türkiye’nin Washington büyükelçisi Münir Ertegün’ün ölümü üzerine cenazesini Japon İmparatorunun teslim anlaşmasını imzaladığı ünlü Missouri zırhlısıyla Türkiye’ye gönderdi. Bu aynı zamanda Rusya’ya karşı bir gövde gösterisiydi.
İÇERİDE AYRIŞMA BAŞLIYOR
CHP her ne kadar tek parti konumundaysa da kendi içindeki muhalefet oldukça güçlüydü. İnönü’ye karşı olan 30 kadar milletvekilinden oluşan genelde liberal görüşlü “Müstakil Grup” hükümeti örgütlü bir şekilde eleştiriyor, raporlara geçiriyor, komisyonlar kuruyorlardı. Bu muhalefet, kontrollü bir muhalefetti ama sık sık polemik yaratmaktan geri kalmıyorlardı. Muhalefetin liderliğini Celal Bayar yapıyordu. Öteki üç isimde Fuat Köprülü, Adnan Menderes ve Refik Koraltan’dı. Bir gün İsmet İnönü 1945 19 Mayıs’ında verdiği söylev sırasında şöyle dedi;“Harp zamanlarının ihtiyatlı tedbirlere lüzum gösteren darlıkları kalktıkça, memleketin siyaset ve fikir hayatında demokrasi prensipleri daha geniş ölçüde hüküm sürecektir.” Bu çok partili hayata geçme zamanı geldi demekti. İnönü neden bu kararı aldı? Baş nedeni kapsayıcı bir kalkınma anlayışıdır. Hiçbir alanda Avrupa’dan geri kalınmayacaksa, Avrupa’ya siyasal çoğulculuk egemen olduğuna göre, o çoğulculuğun Türkiye’de de bulunması gerekirdi. Tabii bunun dış siyaset bakımından da yararı olacaktı. Sovyet tehdidi altındaki Türkiye’nin batının siyasal değerlerini paylaşması gerekiyordu. Parti içinde ilk kıvılcım, meclise “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu” yani bizim Toprak Reformu olarak bildiğimiz kanun tasarısını getirince parladı. Kanuna göre, toprağı olmayan köylülere kendileri işletmek kaydıyla geçimlerini sağlayacak kadar toprak dağıtılacaktı. Dağıtılacak toprak öncelikle kamu kurumlardan alınacak fakat özel kişilerin elindeki topraklar da, tarıma elverişliyse bir kısmı kamulaştırılacaktı. Muhalif kanat buna şiddetle karşı çıktı. Bunların başında büyük toprak sahiplerinden Adnan Menderes’te vardı. Ayrışma artık şekilleniyordu. Bütçe görüşmeleri sonunda CHP’den beş milletvekili bütçeye ret oyu verdi. Bunlar Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Refik Koraltan ve Eskişehirli Sazak ailesinden Emin Sazak’tı. Bu meclisin açık oturumlarında görülmüş şey değildi. CHP grubunun kapalı oturumlarında her türlü sertlik ve söz dalaşı yaşansa da mecliste daha yumuşak üslup gösterirlerdi.
DÖRTLÜ TAKRİR DEDİKLERİ
Açıkçası İsmet Paşa gelişmelerden pek rahatsız değildi. Madem batı dünyasının demokrasi cephesine gireceğiz çok partili hayata geçmek çok da şaşırtıcı olmayacaktı. Bu bizi Rusya’dan da koruyacaktı. Tabii ki CHP iktidarda olduğuna göre bize bir muhalefet partisi lazımdı. Olaylar da o yönde gelişiyordu. Nitekim CHP içinde muhalefetin başını çeken Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan’dan oluşan dörtlü grup meclise bir önerge, eski adıyla “Takrir” verdi. Bu takrir dört kişinin imzasıyla verildiğinden tarihe “Dörtlü Takrir” olarak geçecekti. Önergenin özeti şuydu; “CHP demokratik rejimi hedefleyerek kurulmuştur. Ancak o hedefe çeşitli nedenlerden dolayı varılamamıştır. Savaş sona erdiğine göre parti ve Mecliste iç denetimi etkili hale getirecek bir yapılanmaya gidilmelidir.” Önerge basında ve kamuoyunda büyük heyecan yarattı. Ama mecliste reddedildi. Gerekçe şuydu; “bunun yeri Meclis değil Kurultaydır” Ama muhalif grup bundan tatmin olmadı. Gazetelere sert demeçler veriyorlardı. Sonunda parti içinde “madem öyle ayrı parti kursunlar” fikri tartışılır oldu. Ancak muhalifler partiden ayrılmak istemiyordu. Aslında işler İnönü’nün istediği gibi gidiyordu. İşi kolaylaştırmak gerekti. Eylül 1945’te Vatan Gazetesine verdikleri bir demeç gerekçe gösterilerek Adnan Menderes ve Fuat Köprülü partiden ihraç edildi. Bayar ve Koraltan partide kalmıştı. Celal Bayar arkadaşları için alınan bu karara partiden değil de milletvekilliğinden istifa ederek karşılık verdi. Parti bir süre sonra Refik Koraltan’ı da ihraç etti ama Bayar’a dokunmadı. İnönü onun tarihi kişiliğine saygı gösteriyordu. Bir süre sonra o da partiden istifa etti.
SÜRPRİZ! MİLLİ KALKINMA PARTİSİ (KUZU PARTİSİ)
İnönü’nün 19 Mayıs töreninde yaptığı konuşmadan sonra gelişen olaylar artık tek parti döneminin sonunu gediğine delaletti. Bayar ve arkadaşları yeni bir parti için yola çıktılar.
Tam bu sırada beklenmedik bir şey oldu. Bu gelişmeler olurken tarihte ilk uçak fabrikamızı kuran iş adamı Nuri Demirağ’ın önderliğinde bir parti kuruluverdi. Milli Kalkınma Partisi.
Nuri Demirağ yaptığı birçok işin ve müteahhitliğin yanında Yeşilköy’de ilk “tayyare” fabrikası kuran adamdı. Liberal görüşlüydü, Cumhurbaşkanlığını halka seçtirmek, zorunlu askerliği kaldırmak gibi hedefleri vardı. Ancak siyasetteki dikkatler Bayar ve arkadaşlarının hareketi üzerine yoğunlaştığından pek dikkate alınmamıştı. Nitekim İnönü 1 Kasım’da meclisin açılış konuşmasında; “Bizim tek eksiğimiz hükümet partisinin karşısında bir parti kurulmamasıdır” diyerek Milli Kalkınma Partisini yok sayıyordu. MKP basın tarafından da ciddiye alınmadı. Demirağ partisi hakkında bilgi vermek için yaptığı bir toplantıda gazetecilere bir “kuzu” ziyafeti verince kurduğu partinin adı “Kuzu Partisi” diye anılmaya başlandı. 1946 ve 1950 seçimlerine girse de bir varlık gösteremedi. 1954 seçimlerinde DP listesinde bağımsız aday olarak yer aldı. Milletvekili seçildi. Kendi partisinden ihraç edildi ve 1957’de öldü. Ama MKP çok partili rejimin ilk partisi olarak tarihe geçti.
VE DEMOKRAT PARTİ
Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan 7 Ocak 1946’da DEMOKRAT PARTİ’Yİ kurdular. Parti kamuoyunda pek büyük bir ilgi ve heyecanla karşılandı. İnönü dönemindeki 2. Dünya savaşının getirdiği sıkıntılar, yokluklar, vergiler, Jandarma baskısı, Varlık Vergisi, çoğunluğu köylü olan kesimin düşkünlüğü gibi sorunlar yanında devrim karşıtlarının bunu fırsat bilerek cahil halk üzerinden yaptığı din elden gidecek yobazlığı, toprak reformu gibi büyük toprak sahiplerine korku salan projeler ve yeni kurulan partinin bunlara sahip çıkacağı söylentileri değişim beklentisi olan halkta ilgiyi daha çok artırıyordu.
Stalin’in 1945’teki talepleri Türkiye’de sol alerjisi yarattığından, komünizmle mücadele hareketleri Türkiye’nin ilk demokratikleşme mücadelesini “solsuz” başlatacaktı. Demokrat Parti kapitalist Atlantik rejiminin bir temsilcisiydi. Bunun merkezi de tabii ki Amerika’ydı. İçeride her türlü sol girişim engellemeyle karşılaşıyordu. Avrupa’daki siyasal demokrasi genellikle sosyalist hatta komünist partileri de içeren bir şekilde gelişirken, Türkiye’de çok partili hayat sola kapalı olarak başladı ve devam etti. Yalnızca sosyalist ve komünist partilere meydan verilmemekle kalınmadı, keskin ve abartılı bir komünizm düşmanlığı benimsenerek, sosyalist veya benzeri düşüncelere karşı da bir yasaklama ve cezalandırma tavrı güdüldü. Zekeriya Sertel’in çıkardığı Tan Gazetesi tahrip edildi, Nazım Hikmet, 1931’de tutuklandı, Kemal Tahir, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Kerim Korca gibi isimler ve birçok sol sosyalist aydınlar ağır hapis cezalarına çarptırıldı. Siyaset CHP ve DP’nin temsil ettiği siyasal çizginin dışına çıkamıyordu.
Her ne olursa olsun Türkiye çok partili rejime geçmiş, 1946 CHP kurultayında “Milli Şef” lik kaldırılmış, iki dereceli seçim yerine tek dereceli seçim kabul edilmiş yani bugün yeniden başımıza dert olan antidemokratik, ucube “delege” sistemi kaldırılmıştı.
Türkiye’yi çok çalkantılı, sancılı ve zor günler bekliyordu. Onu da gelecek sayıda anlatalım.
(Kaynaklar: Bir Dönem Bir Çocuk- Altan Öymen / Çok Partili Döneme Geçiş- Sina Akşin / https://ataturkansiklopedisi.gov.tr// /-Siyaset Tarihimizde Milli Kalkınma Partisi- Orhan Özacun Makale)