www.gazetenews.com

Çiftçimiz aşırı derecede toprağı yoruyor

EKONOMİ

Es Gazete’nin “Susuz hayat, tarımsız Dünya olmaz” başlıklı söyleşimizle birlikteyiz. Konuğumuz Ziraat Mühendisi Hakan Ekici.

RÖPORTAJ: Selma GÜDER

Merhaba, öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

Es Gazete okurları, Merhaba. Ben Hakan Ekici.

Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi mezunuyum. Okulumu bitirdikten hemen sonra, sağlık sektörünün Türkiye’deki en büyük kuruluşlarından biri olan Eczacıbaşı’nda göreve başladım. Satış ve pazarlama uzmanı olarak 25 yıl çalıştım. Sonrasında, Ziraat Mühendisi unvanıyla toprak düzenleyici üreten bir firmada 6-7 yıl Genel Müdürlük yaptım. Ülkemizde çok yaygın olan leonardit madenini, çok kaliteli kullanıcılara ulaştırıp, topraklarımız adına, ekip olarak güzel bir yatırım yaptığımızı düşünüyorum. Türkiye dışında; başta Orta Doğu, Avrupa Birliği üyesi ülkelere de ihracat ile önemli başarılara imza attık.

Emekli olduktan sonra; üst, orta ve küçük düzey işletmelere, faaliyet alanı fark etmeksizin profesyonelleşmelerini sağlamak amacıyla kurumsal eğitimler vermekteyim. Hem mavi yaka, hem de beyaz yaka olarak tabir edilen yönetim pozisyonlarındaki profesyonel kişilerle bilgi ve deneyimlerimi paylaşarak, çalıştıkları firmalara daha çok katma değer üretmeleri konusunda yardımcı oluyorum.

Hayat felsefeniz nedir Hakan Bey?

“Sağlıklı insan sağlıklı beslenmeli ya da sağlıklı beslenen insan sağlıklı düşünür” hayat mottomdur.

İnsan sağlığı üzerine çeyrek asır çalışmışlığın ardından, Ziraat Mühendisi olarak Tarım sektörüne geçmenizle, iş hayatınız nasıl şekillendi?

Selma Hanım, müsaadenizle bu sorunuzun cevabını iki kategoride ele alayım. İlki; “Kurumsallaşmış, kalite-yönetim sistemleri tüm departmanlarında uygulanan Eczacıbaşı’ndan aldığım kültür ve deneyimlerimi doğru yansıtırsam, o firmalarda kurumsallaşma yönünde doğru adımlarla ilerlerler” yönetim anlayışına sahip olmuştum. Bu işin sosyo-kültürel kısmı.

İkincisi; işin bilimsel boyutu. Beşeri ilaçlar karaciğerimizi yoruyorlar. Allah’tan ki; kendini yenileyen bir organ da, sürekli veya arada içtiğimiz ilaçlarla ölmüyoruz. Ancak karaciğerimiz yoruluyor. Toprağımız da öyle! Toprak yorulunca, eski haline getirmek için çok çaba sarf etmek gerekiyor.

Bir Ziraat Mühendisi olarak, toprağımızın yorulmaması adına, uygun gördüğünüz uygulama nedir?

En önemlilerinden biri olan “İyi Tarım Uygulamaları.” Üretim sırasında; çevre, insan ve hayvan sağlığına özen gösterilen, güvenilir ürün arzının sağlandığı bir uygulamadır. Bildiğim bazı işletmeler var ki, çok özen gösteriyorlar. Gübre, pestisit az kullanılıyor, ilaçlar yok, her şey kayıt altında.

Peki, ülkemiz bu konuda olması gereken yerde mi?

Evet demeyi çok isterdim. İyi tarım uygulamalarında elde edilen rekolte, normal konvensiyonel tarıma oranla yaklaşık %50 daha az. Üreticimiz daha çok para kazanmak için, aşırı gübre ve bitki besleme ürünleri kullanarak, bitkisini yetiştirmeye çalışıyor. Bu, tıpkı ilaç kullanan hastanın karaciğerini yorduğu gibi, aşırı derecede toprağı yoruyor.

Örneğin; çiftçi birim alandan 6 ton patates alması gerekirken, yorgun toprağa aynı yıl ikinci kez patates ekiyor ve 1,5-2 ton ürün alıyor. Sonra şapkayı havaya atıyor. Selma Hanım, hemen şöyle bağlayayım izninizle. İyi tarım uygulamaları olabilmesi için, bizim fert başına düşen milli gelirimizin yüksek olması lazım. Yani geçim kaygımızın olmaması gerekir. Çiftçimizin refahının üst seviyede olması lazım ki, iyi tarım uygulamalarıyla doğru ürünler üretip, aracı kurumlara doğru fiyatlandırmalarla satıp, para kazanabilsin. Ancak; para kazanma ihtiyacı sebebiyle, birim alandan ne kadar çok verim alırsam, o kadar çok para kazanırım düşüncesinden dolayı bu uygulama ülkemizde yaygın değil.

Hakan Bey, mesleğinize gönül ve hizmet vermiş bir kişi olarak, tarımın ülkeler adına ne kadar önemli olduğuna dair bir cümle kurun ve açıklayın desem?

Tabii ki. “Tarım, bir ülkenin ulusal güvenlik meselesidir.”

Bu cümleyi daha önce duymuş olanlarımız mutlaka vardır. Sizlere; örneklerle projeksiyon yaparak, hayat felsefelerimden saydığım bu başlığı açacağım.

85 milyon olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin askeri, sanayisi, ekonomisi güçlü olabilir. Ama gıda güvenliği yoksa o ülke güvenli bir ülke olmaktan çıkıyor. Son yıllarda hep cari açıktan bahsediliyor. Nedir bu cari açık?

Yaptığımız ihracat ile yaptığımız ithalat arasındaki farka “cari açık” denir. Yani, daha fazla ithal ediyoruz, daha az ihraç ettiğimiz için cari açığımız fazla.

Tarım kapsamında yurt dışından neler alıyoruz?

Önce hayvancılıktan başlayayım Selma Hanım. Hayvancılıkta kesif yem, olmazsa olmazdır. Doğru mu? Doğru. Kesif yem hammaddesini bile dışardan alıyoruz. Buzağı büyütme yeminin 50 kg’lık çuvalı 450-500 lira. Yani 1 kg. kesif yem 10 lira kadar. Çiftçimizin dayanması çok zor. Bu fiyat ta yem bayilerinin peşin satış fiyatı. Vadeli olursa, üzerine % 10-15 kadar konuluyor.

Ülkemizde Marmara’da Bursa, Bandırma gibi ve Ege bölgesinde de çeşitli şehirlerimizde yem fabrikaları mevcut. Buralarda çalışan meslektaşlarımla zaman zaman konuşuyorum.

DİKKAT LÜTFEN!

Mesela küspe. Yurt dışından alıyoruz. Arpa kırması. Bakın Değerli okurlar, arpa. Bizim 25 milyon hektar ekilebilir toprağımız var ve bunun % 75’i kıraç. Buralarda kuraklığa dayanıklı türleri belirleyip, arpa yetiştirebiliriz. Sonra kırma makinelerinden geçirip, yem sanayinde kullanabiliriz. Yetmiyor ya da beceremiyoruz ki, yurt dışından alıyoruz. Samanı söylemeyeceğim, halk arasında bile alay konusu oldu.

Mısır, korunga, fiğ, sorghum, patates, şeker pancarı gibi pek çok tohumu milyarlarca dolar ödeyerek, yine yurt dışından alıyoruz. Ülkemizdeki tohum firmalarının % 90’ı yabancı menşeli firmalar bu arada.

Gübrenin ham maddelerini azot, fosfor, potasyum gibi ürünlerin kaynaklarını ya da mamul haldekilerini yurt dışından alıyoruz. Ulusal güvenlik meselesi her biri!

Es Gazete okurları, tüm samimiyetimle söylüyorum. Az önce vurguladığım ürünleri dışarıdan daha az alırsak veya almazsak, yemin ederim, büyürüz!

2016’dan bir projeksiyon yapayım. Türkiye % 3,2 büyürken, tarımsal üretim (hayvansal ve bitkisel) büyüme oranımız % 6-7. Bir Ziraat Mühendisi olarak diyorum ki; ülkemiz % 5 büyürken, tarımsal üretimimizi % 20 büyütebiliriz. Bu bizim elimizde! Çünkü 4-5 ülke yüzölçümüne yakın 25 milyon hektar toprağımız ekilebilir durumda. Ama şu anda bunun % 70-75’i atıl vaziyette…

Türkiye Cumhuriyeti büyüyecekse, bu tarımla olacak!

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası(ZMO) Eskişehir şubemizin Genç ZMO öğrencilerimize gönüllü seminerler veriyorsunuz Hakan Bey. Mesleğimizin diplomadan ibaret olmadığını, sahada çalışmanın önemini, tarımın güvenlik meselemiz olduğunu çok etkili anlatıyorsunuz. Emeklerinize sağlık!

Gençler bizim geleceğimiz. Ozan’ım gibi, Çınar’ım gibi, yarınlarımız!

Tarımda ülkemizin kalkınması için çözüm önerileriniz nelerdir?

Acilen, tarım politikamızın oluşması ve uygulanması gerekli. Islah çalışmalarına önem verilmeli, var olan tohumlarımızın kıymeti bilinmeli, sürdürülebilirliği sağlanmalı, yurt dışından getirilen sertifikalı tohumlara kısıtlama getirilmeli. Dekardan daha az rekolte elde edeceğiz belki ama, 2033, 2043’leri düşünmeliyiz. Tarım kısa vadeli düşünülecek bir parametre değildir!

Tohumdan üretimin her aşamasına dek, yurt dışına olan bağımlılığımızı azaltmamız ve bitirmemiz zorunludur.

Tüm bunları yaparken Tarım İl ve İlçe Müdürlükleri, Ziraat Fakültelerimiz ve ilgili fakülteler, Ziraat Mühendisleri Odalarımız, Ziraat Odalarımız, sivil toplum kuruluşlarımız ve özel sektör mutlaka işbirliği yapmalı. Üreticimiz devlet tarafından desteklenirse, refah seviyesi artarsa, tarımımız kalkınır.

Tarımda kooperatifleşmeye bakış açınızdan bahseder misiniz?

Tarımımızın kalkınmasında, en önemli ayak çiftçilerimizin bir araya gelmesidir. Bu da kooperatifleşmeyle mümkündür. Bu yolla; üretilen mahsuller tek yerden, iç ve dış piyasaya satılmalıdır.

Bir tarım yazarı der ki: “Yalnız taş duvar olmaz.” Çok doğru, buğdaydan bir örnek vereyim. Bir çiftçi tarlasından aldığı 20 ton mahsulünü TMO(Toprak Mahsulleri Ofisi)’ya götürüp, satması ayrı bir parametre, 200 çiftçinin birleşip, lisanlı depoya veya bir tacire götürmeleri çok daha efektif olacaktır. Kooperatifleştikçe zenginleşiriz.

20. yüzyıl başlarında ilk kullanımı Fransa’da görülen, ülkemiz için yeni olan “Coğrafi İşaretli Ürünler” konusunda, 2022 yılı Ocak sonu itibariyle 1000 tane tescilli ürünümüz mevcut. Bu şekilde marka haline gelen ürünler; kırsal turizme katkı sağlıyor, üretici gelirini arttırıyor. Coğrafi İşaretli Ürünler hakkındaki düşüncelerinizi, örnek vererek okurlarımız ile paylaşır mısınız?

Memleketim olan Bursa’da; İnegöl Köfte, Gemlik Zeytini, Orhangazi Gedelek Turşusu ve İznik Çinisi coğrafi işaretlidir. Ayrıca; çalışmaları süren ürünler de var. Bunlardan biri de Ahududu. Bursa’da yılda 6-7 ton ahududu yetişir ve kilosu ortalama 100 liradan satılır. Elin Sırplısı, Bosnalısı bizden 20-30 kat ahududu yetiştirip, ekonomisinin temelini bu meyveye oturtmuş. Biz de; 100-150gr’lık paketlerde, markalaştırır ve yurt dışına ahududu satarsak, yalnızca bu üründen yılda 1 milyar dolar elde edebiliriz. Hem yerel, hem ülke ekonomisinin güçlenmesini sağlarız, hem de ahududu gibi yurt dışında fiyatı çok yüksek olan ürünler ile dünyaya açılırız. Bununla beraber coğrafi işaretli ürün olarak da ahududunun tescillenmesiyle, yetiştirildiği bölgeler de koruma altına alınır.

Hakan Bey, kadın kooperatiflerinde kadınların rolü ve önemi hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Kadın birleştirici, kadın yapıcı ve kadın anadır. Kadının elinin değdiği her faaliyetin çok kıymetli olduğunu düşünenlerdenim. Ailede, toplumda, bitkisel ve hayvansal üretimde ve tabii ki kooperatifçilikte, kadın olmazsa olmazdır!

Son yıllarda; tarımla uğraşan nüfusumuzun yaş ortalaması yükseliyor ve oranı düşüyor. Bundan dolayı ne yapılabilir?

20 yıl evvel tarımda yaş ortalaması 50 civarındaydı. Şimdi; 55-58 ve çoğu erkek. Eğitim düzeyleri ise altıncı sınıf. Bu ne demek? Tarımın bir sonraki kuşağa sirayeti düşüyor. Bunun önüne geçmenin yolu, eğitim, kooperatifleşme ve gençlerimize tarımın kazançlı bir iş olduğunu göstermekten geçiyor.

Tarımı multidisipliner bir sektör olarak değerlendirmeliyiz. Ve çiftçilerimizi bir hoca edasıyla teoride değil, tarlada, bağda, bahçede eğitmeliyiz. Girdi maliyetlerini de anlayacakları tarzda eğitimlerle de… Mesela; “Dekara ne kadar buğday attın, bir dekar buğday tarlasına sezonda ne kadar masraf yaptın?” gibi soruların cevaplarını alamıyoruz kimi zaman. İşte bunun için finansal okuryazarlığı da eğitimlere dâhil etmeliyiz. Ve kırsaldan şehre, çeşitli nedenlerle göç eden gençlerimize yönelik yaşam koşullarını cazip hale getirecek alternatifler sunmalıyız. Gençlerle yapılan üretim, şu andaki nesille yapılandan daha prodüktif olacaktır. Altına imzamı atarım.

Tarımda devlet desteklerini nasıl değerlendiriyorsunuz Hakan Bey?

Çiftçilerin % 70-80’i bana şu soruyu sorar: “Şu köyde 10 dönüm arazim var. Devlet çok destek veriyormuş. Ne yetiştirsem?”

Ben de “Gerçekten yetiştirecek misiniz, yoksa desteği almak için mi bu işe gireceksiniz?” diyorum. Cevap şu: “Bu işe bi girelim, paramızı alalım, bakarız” Bu şekilde yaklaşan çok var. Bu nedenle yetkililer, desteklemelerle ilgili ciddi denetimler yapmalı. Hatta cezai müeyyideler uygulamalıdır.

Gelelim mazot gerçeğine. Çiftçimizin olmazsa olmaz girdilerinden biri. Son dönemde doların yükselmesinden dolayı dramatik bir artış var mazotta. Tarımda ülkemizde yılda ortalama 5 milyon ton mazot kullanılmakta.

Devlet; çiftçi kayıt sistemindeki(ÇKS) çiftçilerimize özel tüketim vergisiz, katma değer vergisiz olarak mazot sağlayabilir. En azından 3 sene mesela. Böylece cari açığımız da düşer, çiftçiye motivasyon ve ekonomik katkı olur.

Anlattıklarımın hiç birini önemsemeyip, “Saldım çayıra Mevlam kayıra” ile gidersek, 5 sene sonra Türkiye’de ekilebilir hiçbir alanımız kalmayacağı gibi, gıdamızı yurt dışından ithal etmek zorunda kalacağız.

Tüm meselemiz memleket meselesi!

Hakan Bey, “Etkin Mikro Organizmalar Teknolojisi” adı altında Japon bir Profesör tarafından dünya mikrobiyoloji biliminde geliştirilmiş en üst düzeyde olan buluş hakkında bilgilerinizi paylaşır mısınız?

Bu teknolojideki mikroorganizmalar(MO) 5 ana grup bakteriden oluşuyor ve her birinin farklı görevleri var. Mesela; bir bakteri havadaki azotu fikse ediyor, çiftçi bunu toprağa atarsa üreye gerek kalmıyor. Diğer bakteri topraktaki fosforu parçalıyor, çiftçi bunu kullanırsa milyarlarca dolar vererek aldığı fosfora ihtiyacı olmuyor. Başka bir bakteri topraktaki zararlılarla mücadele ediyor, bu toprağa atılırsa yabancı ot ve böcek öldürücü ilaçlara gerek kalmıyor.

Bakanlığımız, bu MO’ları çeşitli steril ortamlarda izole edip, mamul veya yarı mamul hale getirip, bedelsiz ya da maliyetine çiftçimize verebilir ise; topraklarımız, ürünlerimiz adına verim, kalite, maliyet açısından çok fayda sağlanır.

Röportajımızın başlığı “Susuz hayat, tarımsız dünya olmaz.” Sizce?

Asla ve kat’a olmaz. Hayatımızda su da, tarım da stratejik öneme sahiptir. Ülkemiz su kaynaklarımızca zengin görülse de su fakiri bir konumdayız. Deniz suyu ve yağmur suyunu sulama suyu olarak kullanamıyoruz. Tarımda; vahşi yani salma sulamadan ivedilikle, bugün, bu dakika vazgeçmeliyiz.

Önümüzdeki süreçte; dünyada ayakta kalacak ülkeler tarımla ekonomilerini geliştirecek ülkeler olacaktır.

Bizler anne-babalar olarak çocukları için yaşayan insanlarız. Ülke olarak da, gelecek nesiller için yaşayan bir ülkeyiz.

Türkiye Cumhuriyeti kolay alınmış Türkiye Cumhuriyeti devleti değil. Şehitlerimizin kanlarıyla sulanmış. Çok uluslu firmaların fink atmasını istemeyelim lütfen! Sağduyulu davranalım.

Tarım ulusal güvenlik meselemizdir. Tüm samimiyetimle sizlerle paylaştıklarımı sağlayabilirsek; sağlıklı nesiller, sağlıklı ülke ve sağlıklı ekonomi bizim olacak.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Milli ekonominin temeli Ziraat’tir”

Tarımla büyümezsek, hiçbir şekilde büyüyemeyiz.

Sıradaki Haber
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.